ManşetRöportaj

26 Kupalı Kaptan Melis Gürkaynak

Hürriyet Gazetesi'nden Süleyman Arat imzalı söyleşi.

Türkiye’de hiçbir takım sporcusuna nasip olmayan 26 kupalı muhteşem kariyerini geçtiğimiz hafta Pazar akşamı kaldırdığı Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu kupasıyla noktalayan VakıfBank kaptanı Melis Gürkaynak, Hürriyet Pazar’a konuk olup sporseverlerin merak ettiği her şeyi yanıtladı.

Sıcakkanlı, alçak gönüllü, güler yüzlü ve duygusal yapısıyla voleybol camiasının en sevilen sporcularından olmayı başaran Melis Gürkaynak, jübile gününde yaptığı veda konuşmasıyla takım arkadaşlarını, yöneticileri ve basın mensuplarını ağlatmıştı.

17 yıl başarıyla taşıdığı 8 numaralı VakıfBank formasını Ljubljana’da son kez giyen, Avrupa’nın en büyük kupası aldıktan sonra, takım arkadaşları tarafından havaya atılarak aktif sporculuk defterini kapatan Melis Gürkaynak’ın gençlere örnek olacak sporculuk ve kaptanlık kariyerini sizlere tanıtmak istedik…

H.P: Bize spora başlama öykünü anlatır mısın?

M.G: Yaşıtlarıma göre boyum uzun olduğu için eski tenisçi olan babam voleybola yatkın olduğumu düşünüp beni önce semt takımına ardından da Ankara VakıfBank alt yapısına götürdü ve yolum VakıfBank ile kesişti.

H.P: Gelişmende kimler etkili oldu?

M.G: Hep çok değerli inşalarla çalıştım. Ankara’daki birçok sporcunun kariyerine etki eden Ali Öztürk’ün çok katkısını gördüm ama eski milli voleybolcu olan Zeycan Acar benim için önemli bir isimlerin başında gelir. 15 yaşındayken VakıfBank’a İstanbul’a geldim. Önce hocam Suphi Doğancı oldu, Neriman Özsoy, Naz Aydemir gibi çok sayıda üst düzey voleybolcuyu yetiştiren Mehmet Bedestenlioğlu’nun bende yeri çok ayrıdır. Benim orta oyuncu olmamı sağlayan isim de o oldu. Ve 2009’da hocam olan Giovanni Guidetti beni A takıma aldı, Onun sayesinde çok büyük başarılar yaşadım.

H.P: Unutamadığın maç hangisi?

M.G: 2011’deki ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğumuz. İlk kez bir Türk takımı Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. O zaman için çok da beklenmeyen bir başarıydı. Bizim kadromuz favori değildi ve ev sahibi Fenerbahçe’ydi. O sezon çeyrek finalde Eczacıbaşı’na karşı oynadık. Bu iki maçta da Giovanni bana şans verdi ve benim servislerimde gelen sayılar maçın kırılma anları yarattı.

H.P: Kendine kimleri model aldın?

M.G: VakıfBank’ta bu kadar uzun yıllar kalınca dünyanın en iyi oyuncuları ile aynı sahayı paylaşmış oluyorsunuz. Tek isim söylemem çok zor. Gözde Kırdar’ı özellikle söylemek isterim. VakıfBank’ta yıllarca kaptanlık yapmış, forması emekliye ayrılmış çok özel bir isim. Kendi pozisyonumda Dünyanın en iyi orta oyuncularından biri olan Maja Poljak, Milena Rasic, Malgorzata Glinka, Maja Ognjenovic gibi çok önemli isimlerle yolum kesişti. Kendi jenerasyonumun en değerli oyuncularından Naz Aydemir Akyol ile aynı sahada bulunmak bana çok şey kattı. Neslihan Abla (Demir Güler) Türk voleybolu diyince aklıma gelen ilk isimlerden biri. Kariyerim boyunca bu kadar önemli isimlerle çalıştığım için çok mutluyum.

H.P: Jübile gününde “Çok üst düzey bir oyuncu değilim ama bu kulüp bana o kadar iyi davrandı ve değerli hissettirdi ki, büyük bir teşekkür borcum var bu kulübe” dedin ve herkes ağladı. Niye böyle konuştun?

M.G: Bir gün bu kulübe veda edersem ne yaparım diye hep düşünüyordum. VakıfBank’a teşekkürlerimi ve minnetimi nasıl ifade edebilirim sorusu hep aklımdaydı. Basın toplantımızda da başkanımız Abdi Serdar Üstünsalih benim hakkımda övgü dolu sözler söyleyince çok duygulandım ve hazırladığım konuşma yerine tamamen içimden gelenleri söylemek istedim. Aslında bu kadar muhteşem bir sezonu tamamladığımız toplantıda kaptan olarak takım hakkında konuşmak ve kazandığımız 5 kupadan söz ederek konuşmamı tamamlamak istiyordum. Basın toplantısında yıllardır tanıdığım herkesi karşımda görünce sadece ne hissediyorsam onu söylemek istedim. Aslında biraz da üzüldüm çünkü kimsenin duygulanmasını, ağlamasını, üzülmesini istemiyordum. VakıfBank öyle bir kulüp ki ve bana kendimi öyle değerli hissettirdi ki o anda duygularımı sakınmak istemedim. Bazı oyuncular vardır sahada yaptıklarıyla efsane olurlar. Ben öyle bir oyuncu olamadım ancak, VakıfBank’ın bana verdiği değerle önemli bir oyuncu oldum. Bunu da dile getirmek istemiştim.

H.P: Türkiye’de kadın voleybol en başarılı branş ve her geçen gün yükseliyor. Sence bunun sırrı ne?

M.G: Bence en büyük nedeni başarıların sürdürülebilir olması. Kadın voleybolu Türkiye’de çok istikrarlı. Fenerbahçe, Eczacıbaşı ve elbette ki VakıfBank’ın başarıları sayesinde çıta çok yükseldi. Milli takımın, özlelikle de olimpiyatların da katkısı buna büyük oldu. Son 2 senede her şey çok değişti. İlgi, alaka ve sevgi çok arttı. Bence bu şekilde de devam edecektir.

H.P: Eğitimli sporcular daha mı başarılı?

M.G: Özel üniversiteler sporculara burs imkanı sağlıyor. Ben de hem lisans eğitimimi tamamladım hem de yüksek lisansa kabul edildim. Profesyonel sporculuk yaparken eğitim hayatını sürdürmek çok zor ancak kendi adıma söyleyebilirim ki bana bunun büyük katkısı oldu. Hayatın başka boyutlarını da öğrenmemi ve anlamlandırmamı sağladı. Tüm genç sporculara fedakarlıkla ikisini birlikte yürütmesini isterim.

H.P: Kariyerinin mucize maçı hangisi?

M.G: Giovanni’nin VakıfBank’taki ilk senesinde Galatasaray’da kiralık oynuyordum. 1-8 play-off’unda lig lideri VakıfBank ile oynuyorduk. Aslında kaybederiz diye düşünüyorduk. Hatta oyuncular uçak biletlerini almış, tatile o gün başlayacaklarını düşünerek soyunma odasına bavulları ile gelmişti ancak o gün çok iyi oynadık ve VakıfBank’ı elemeyi başardık. Bizim için bu çok büyük bir başarıydı.

H.P: 32 yaş emekli olmak için erken değil mi?

M.G: 2-3 sezon daha başka takımlarda oynayabilirdim ancak ben bunu istemedim. Bu profesyonel bir karar da olmayabilir. Ben voleybolu çok seviyorum ancak VakıfBank’ı daha da çok seviyorum. Hep VakıfBank için ailem diyorum. Bunu öylesine söylemiyorum. VakıfBank’ta çok büyük bir ailem oldu. Uzun yıllardır buradayım. Başka bir takıma gitsem mutlu olmayacaktım. Bundan emindim. Bunun için de sporculuk kariyerimi burada noktalandırmak istedim. Hayatımda voleybolla ilgili hatırlamak istediğim tel şey VakıfBank olsun istedim ve o yüzden burada bıraktım.

H.P: Kadın olmak hayatın her alanında zor. Sporda da böyle mi?

M.G: Samimi olmak gerekirse voleybol camiasında ben kadın-erkek eşitsizliği yaşamadım. Türk voleybolunu ve voleybol camiası çok değerli, bu kadar değerli başka bir camia var mu bilmiyorum ve bu camiayı bu kadar özel kılan da bu. Bugün voleybolumuzun bu seviyede olmasının en önemli sebebi de bu bence. Voleybol küçük bir camia. Eminim ki popülarite arttıkça, camia büyüdükçe bu yapı değişmez zira başımızdaki insanlar bunu başaracak güçte. Elbette ki kadın olmak hiç kolay bir şey değil. Biz elimizden geldiğince genç kızlarımıza örnek olmak için özen gösteriyoruz. Umuyorum ki bizim tavırlarımız ve başarılarımız ilham kaynağı olabiliyordur.

H.P: Kadın Voleybolcular hep kadın cinayetlerine karşı duyarlı oldu ve tavır gösterdi. Bu olaylar sizi üzüyor mu?

M.G: Kadın voleybolu kadınların başarısı adına çok önemli bir örnek. Çok fazla kadın cinayeti duyuyoruz ve üzülüyoruz. Sosyal sorumluluk anlamında ne yapılabilir bilmiyorum ama bizler kendi sosyal medyalarımızda bu konuyla ilgili konuşup insanları bilinçlendirmeye çalışıyoruz, son bulmasını istiyoruz.

H.P: Gençlere önerin var mı?

M.G: Ben çok uzun yıllardır spor yapmış biri olarak şunu söyleyebilirim ki profesyonel sporculuk hiç kolay değil. Bu yüzden kimse profesyonel olmak için spor yapmak zorunda değil. Ancak özellikle takım sporu yapmak size bütünün parçası olabilmeyi, beraber hareket edebilmeyi katıyor. Aynı amaç doğrultusunda hareket etmeyi öğrenmek çok değerli. Bence yetenek ya da fiziksel kapasite ayırt etmeksizin tüm gençlerimizin hayatlarında spor olmalı, sporla eğitilmeliler.

Haber ve fotoğraf: Süleyman Arat – Hürriyet

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu