Arzu Göllü özel röportajı
Eczacıbaşı Spor Kulübünün efsane milli pasörü Arzu Göllü ile gerçekleştirdiği röportaj sizlerle...
Öncelikle genel bir soruyla başlamak isteriz. Voleybolla ilk nasıl tanıştınız?
1969 yılında Ankara’da doğdum. 3 yaşına geldiğimde babam Cengiz Göllü Eczacıbaşı’nda antrenör olarak görev almaya başladı. Ailecek İstanbul’a taşındık. Babam göreve geldikten sonra hatırladığım bütün çocukluğum Eczacıbaşı’nın spor salonunda, büyük ablalarımın antrenmanlarını seyrederek, maçlarına ve kamplarına giderek geçti. 9 yaşıma geldiğimde ablamla birlikte jimnastik yapmaya başladık. Jimnastik benim için çok uzun sürmedi çünkü 1 yılın ardından voleybol takımına geçtim ve 10 yaşından itibaren voleybolla tanıştım. O günden 42 yaşıma kadar yaklaşık 32 sene voleybol oynadım.
Voleybola başlamama vesile olan babamın aldığı görevden ötürü sahalarda büyüdüm diyebilirim. Ablalarımın toplarını topladım, antrenmanlarını seyrettim, maçlarına gittim. Onlarla seyahatlere gittim. O zamanlar antrenman sahaları kısıtlıydı ve babam Boğaziçi Üniversitesi’nin atletizm sahasında, Belgrad Ormanı’nda antrenmanlar yaptırırdı. O antrenmanlara hep ben de katılırdım. Tren yataklı seyahatler olurdu oralarda büyük ablalarımla birlikte kalırdım. Yaşım 10 olduğunda da ablamla birlikte top antrenmanlarına başladık.
Oyunculuk kariyerinizde birçok spor kulübünde forma giydiniz ama herkes sizi “Eczacıbaşılı Arzu” olarak anıyor. Ne düşünüyorsunuz?
Eczacıbaşı benim yuvam. Kulübe 3 yaşımda adım attım ve 17 yıl boyunca voleybol oynadım. Babam; antrenör, teknik direktör ve koordinatör olarak 21 yıl boyunca Eczacıbaşı’nda görev aldı. Bütün gençliğimi Eczacıbaşı’nda oynayarak geçirdim. 29 yaşımdayken bile Eczacıbaşı’nda oynuyordum. Beni “Eczacıbaşılı Arzu” olarak hatırlamaları bu sebeple çok normal. 3 yıl, 5 yıl gibi zaman aralıklarında oynadığım takımlar oldu fakat 17 yıl dile kolay çok uzun bir süre.
Eczacıbaşı çok büyük bir aile. Eczacıbaşı Ailesi, bünyesinde oynayan bütün sporcuları kendi çocukları gibi sahiplenir. Biz de orayı, yöneticileri ve çalışan herkesi her zaman ailemiz olarak gördük. Ben onların çocuğuyum. O zamanlar benim damarımı kesseniz kanım mavi beyaz renklerde (Kulübün eski renkleri) akardı. Eczacıbaşı’na karşı öyle bir adanmışlık ve aşk vardı. Bu aşk her zaman benim için böyle devam etti.
Babanız Cengiz Göllü, Türk voleybolunun ve Eczacıbaşı tarihinin gelmiş geçmiş en önemli antrenörlerinden biriydi. Böyle bir voleybol ekolünün kızı olmak nasıl hissettiriyor?
Babamın kızı olmak, hayatımın en büyük gurur verici olayı. Tekrar dünyaya gelsem yine Cengiz Göllü’nün kızı ve onun sporcusu olmak isterdim. Çalıştığım en iyi antrenörlerden biri. Onun kızı olduğum için her zaman çok gurur duydum. Cengiz Göllü isminin verdiği sorumluluk çok fazlaydı. Çok başarılı bir antrenör, çok iyi bir idareci ve hep örnek gösterilen biriydi. Onun kızı ve sporcusu olduğunuz zaman her zaman belli bir seviyeye gelmeniz ve o seviyede kalmanız gerekiyor. Başka türlüsü kabul edilecek bir durum değildi.
O zamanlar maç kaybettiğimizde babamla eve dönünce diğer maç kazanılana kadar günlerce sıkıntı yaşardık. 🙂 Takım arkadaşlarım benim kardeşim gibiydi. Babam onlara kızdığında çok üzülür, kötü hissederdim. Kızlar da babama kızardı o zaman da çok üzülürdüm. Böyle zamanlarda arada kaldığım durumlar olurdu. Babamla birlikte çalışarak 17 yılımız geçti. Her anı için çok mutlu ve gururluyum.
1999 yılında Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı kazanarak Türkiye’ye voleybolda ilk Avrupa şampiyonluk kupasını getirdiniz. O günleri anlatır mısınız?
1999’larda bize sağlanan imkanlar çok iyiydi. Kendi salonumuz vardı, yabancı oyuncularımız vardı. Yabancı takımlarla hazırlık maçları yapabiliyorduk. Kamplara gidebiliyorduk. O zamanki Eczacıbaşı yönetimi bize çok iyi şartlar ve imkanlar sağlamıştı. İyi bir ekibimiz vardı, milli takımda oynayan oyuncularımız vardı. Özlem Özçelik, Çiğdem Can, Aycan Gökberk gibi önemli Türk oyuncularımızın yanında Dünya’nın en iyi yabancı oyuncularına sahiptik. Rus Milli Takımı’nın smaçörü Irina Ilchenko ve Yelena Shabovta ve Evgeniya Artamonova vardı. Gökhan Edman baş antrenörümüzdü ve bizi çok iyi idare etti. O zamanlar genç bir antrenör olmasına rağmen bizi şampiyonluğa götürdü. Menajerimiz Kurtaran Mumcu’ydu ve bize müthiş destek vermişti. Erdal Karamercan yönetim kısmında destek oluyordu. Faruk ve Bülent Eczacıbaşı da her zaman desteklerini hissettiriyordu. Ekip olarak çok güçlüydük. Teknik ekibimizde yardımcı antrenörümüz, masörümüz, istatistikçimiz, saha antrenörlerimiz hepsi bize her zaman çok destek verdi. Hepsini saymak zorundayım çünkü bu bir takım oyunu. Saydığım bu kadar insanın işini kulübün ilk kurulduğu zamanlar yalnızca babam Cengiz Göllü yapıyordu. Bütün saha içi antrenmanları, teknik taktikleri, organizasyon kısmını ve seyahatlerin hepsini babam organize ediyordu. Oyuncu sakatlandığında bile bandajını babam yapardı. Aradan geçen 25 yılda ekibimiz ve imkanlarımız katlanarak büyümüştü. Biz de o sene şampiyonluk için çok çalıştık. Sabah akşam antrenmanlar yaparak kamplara girdik. Bu fedakarlıkları yapmadan başarının mümkün olacağını düşünmüyorum. O dönem kazandığımız şampiyonlukla Avrupa’da alınacak derecelere ön ayak olduğumuzu düşünüyorum.
Olimpiyatlarda Türkiye’nin şansını nasıl görüyorsunuz?
Takımımızda, diğer bütün takımlar içerisinde mevcut olan sakatlıklar var. Olimpiyatlarda oynanacak maçları çok denk görüyorum. Biz, İtalya, Sırbistan, Amerika, Polonya, Brezilya ve Çin takımları içinde gidip geleceğini düşünüyorum. Şansımızı yüksek, sakatlarımızı da iyileştirdiğimiz sürece hepsiyle başa çıkabileceğimize inanıyorum. Herkes çok iddialı ve ciddiye alıyor. Muhteşem maçlar seyredeceğiz. Ben de yakından takip ediyor olacağım.
Oynadığınız dönemdeki voleybolla şu an oynanan voleybolu karşılaştırdığınızda farklılıklar görüyor musunuz? Seyircilerin günden güne artan ilgisi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Benim oynadığım döneme göre günümüz voleybolu fizik üstünlüğü ve güce dayalı. Biz fiziki olarak günümüzün altında olduğumuzdan tekniğimizin kuvvetli olmasına her zaman önem verirdik. Avrupa’daki takımlarla başa çıkabilmemiz için tekniğimizin üzerine koyarak her zaman geliştirmemiz gerekiyordu. Voleybolda boy ortalaması o zamandan bu yana 11 cm uzamış. Çok büyük bir fark ve biz Dünya’nın her takımıyla fiziksel kapasite olarak başa çıkabilir pozisyona geldik. O zamanlar fiziğimiz günümüze göre daha alt seviyede olduğu için varyasyonlar yapılabiliyordu. Günümüzdeki maçlarda çok fazla varyasyon izleyemiyorum. Daha stabil ve bilinen bir voleybol oynanıyor. Bu bir eksiklik değil çünkü bütün Dünya aynı sistemi oynuyor.
Eczacıbaşı’nda unutamadığınız bir sezon ya da maç var mı?
1991 Sezonunda İtalyan takımına (Colli Aniene) karşı final oynadık. Bize göre kadroları daha iyiydi. Maç başa baş gidiyordu ve İtalyan takımından bir oyuncu reklam panolarının oradan koşup ayağıyla topu çıkardı ve bizim sahada top sayı oldu. Biz o sayının ardından maçı kaybettik. Ayakla top çıkarma o zamanlar çok yaygın değildi. Çok şaşırmış ve üzülmüştüm, o maçı hayatım boyunca unutamadım.
1999 yılında şampiyonluk elde ettiğimiz yıl benim için Eczacıbaşı’ndaki unutulmaz sezondu. Daha da eskiye dönmek istiyorum, Hülya Erçinlerin olduğu döneme. O zamanki takım havası ve aile havası bambaşkaydı. Voleybol sahası dışında da birlikte çok vakit geçirirdik. Ablalarımızın evlerinde, bizim evde oturup voleybol maçları izler, oyunlar oynardık. Benim için en muhteşem ve unutulmaz günlerdi. Amatör bir ruhla beraber bir hedefe kitlenip başarılı olmak ve iyi vakit geçirmek için oluşmuş bir ekiptik.
Voleybolu bıraktığınız son yıllar sizin için nasıldı?
Bana göre 40 yaşında voleybolu bırakmam gerekiyordu. Son 2 yıl oynamasam da olurdu. 🙂 Son 2 yıl yedek oynadım. Yedek olmak hiç önemli değildi, takımın bir parçası ve ablasıydım. Antrenmanlarda zorlanmaya başladım. Kızım duru çok ufaktı, anne olduktan sonra voleybola devam edebilenleri ayrı bir yere koyuyorum. Bu kadar yoğun bir tempoda çocuğu organize etmek çok zor. Ben anne olduğumda 30 yaşımdaydım ve geri dönmek benim için kolay oldu. Çok iyi hazırlandım, 6 ay bireysel olarak çok sıkı çalıştım. Naz da benim gibi anne oldu ve oynamaya devam ediyor, onu çok tebrik ediyorum.
Kariyerimde Olimpiyatlara ve Dünya Şampiyonası’na gitmek ve buralarda şampiyonluklar elde etmek çok isterdim. Milli Takımımızın bulunduğu platform çok yüksek ve ben de keşke aynı seviyeyi yaşayabilseydim. Babam Cengiz Göllü’yü tekrar anmak isterim burada çünkü babam çok ileri görüşlü ve vizyonu oldukça genişti. O zamanlar bizi Eczacıbaşı’nın imkanları doğrultusunda Dünyanın en kuvvetli takımlarıyla maçlar yaptırırdı. Japonya’dan, Rusya’dan, Bulgaristan’dan takımlar çağırırdı. O takımlarla maç yaparak bizi güçlü takımlara karşı korkmamamız gerektiğini ve yenebileceğimizi gösterdi.
Birlikte oynamaktan en çok keyif aldığınız sporcular kimlerdi?
Sayamayacağım kadar çok oyuncu var. Bahsettiğim ablalarımızın olduğu kadro benim için apayrı. Sonraki dönem voleybola döndükten sonra Ezcacıbaşı dışında oynadığım takımlardaki arkadaşlarım ile oynamaktan çok keyif aldım. Hepsiyle oynamak, aynı takımda olmak çok güzeldi. Naz’la oynamak çok isterdim. Esra ve Gülden’le de oynamak çok isterdim. Neslihan Demir’le oynayabilmek büyük bir zevkti. Vesna Citakovic ve Maja Poljak’la da oynayabilmek büyük bir zevkti. Atlamak istemiyorum çünkü birlikte oynadığım ve kötü hatırladığım kimse yok. Oynadığım bütün herkesle çok uyum içerisindeydim.
Aktif voleybolculardan beraber oynamak istediğiniz biri var mı?
Gabi Guimaraes’le kim oynamak istemez diye düşünüyorum. Vargas’la oymak isterdim. Eda Erdem Dündar’la Beşiktaş’taki yıllarımda oynamıştık. O zamanlar çok genç bir oyuncuydu ve babam onu A Takım’a almıştı ve “Seni ilk 6 oynatacağım ve seneye de Milli Takıma alacağım” demişti. Erken yaşta atmıştı sahaya. Eda da hakkını vererek çok çalıştı. Ben de ona çok güvendim çok genç olmasına rağmen maç içerisinde hep kullanmaya çalıştım. Şahane bir spor kariyeri oldu, çok iyi bir oyuncu ve örnek bir kaptan. Tijana Boskovic’le ve A Milli Takımımızdaki her oyuncuyla oynamak isterdim. 🙂
Şu anki aktif pasörleri değerlendirdiğinizde en beğendiniz hangileri?
Gençliğimde Hülya Erçin’i örnek olarak alırdım. Hep onun gibi bir pasör olmak isterdim. Milli Takımımızın pasörleri Elif ve Cansu’yu çok beğeniyorum. Naz’ı çok beğeniyorum. Polonya Milli Takımı’nın pasörü Joanna Wolosz’u beğeniyorum. İtalya Milli Takım pasörü ve Alessia Orro ve Amerika Milli Takım pasörü Jordyn Poulter’ı beğeniyorum.
Maja Ognjenovic’e ayrı bir parantez açmak isterim. Karşılıklı milli takımlarda çok mücadele ettik. Kendisini çok seviyorum. Karakter ve oyunculuk olarak hayran olduğum bir pasör. Kariyeri tartışılmaz, Olimpiyatlarda en çok oynayan pasörlerden biri. Onunla hala arkadaş olduğum için çok mutluyum.
Yıllar sonra sporculuk kariyerinizin ardından Sultanlar Ligi’ne idareci olarak dönüyorsunuz. Sizi neler bekliyor? Bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?
Voleybolu bıraktıktan sonra pilates stüdyosu açtım. Pilatese başladıktan sonra âşık oldum. Benim için çok faydalı olduğunu gördüm. Sonrasında eğitimini aldım ve hoca oldum. 12 sene boyunca da pilates hocalığı yaptım. Yüzlerce öğrencim oldu ve beni hiç bırakmadılar. Spor benim antidepresanım, hala bırakmadan devam ediyorum. Voleybolu bıraktıktan sonra diğer takımlardan menajerlik teklifleri gelmişti fakat 32 sene çok yoğun bir tempodan çıktıktan sonra ruhen ve bedenen çok yorgun hissediyordum, ara vermek istedim. O dönemde gelen teklifleri kabul edemedim ve o stresten uzaklaşmak istedim. Dönmem biraz uzun sürmüş olabilir. Şimdi de Sultanlar Ligi’nde bir takımdan menajerlik teklifi gelince değerlendirmek istedim. Milli takımında aldığı başarılardan sonra o sahada herkes olmak ister diye düşünüyorum. Tekrar zamanının geldiğini ve sahada olmam gerektiğini hissettim ve teklif gelince de kabul ettim. Bu hayatımın üçüncü kariyeri olacak ve yüzde yüzümü vererek yapacağıma inanıyorum. Önümüzdeki 1-2 yıl alışma süreci olacak. Menajerlik çok bilmediğim ama öğrenebileceğim bir alan. Takıma faydalı olacağımı ve hızlı uyum sağlayarak tecrübelerimi aktarabileceğime inanıyorum.
Eczacıbaşı Dynavit’in 2024 Şampiyonlar Ligi yarı final deplasman maçı öncesi “Efsane Ablalar” olarak takımla bir araya geldiniz. Orada özellikle Naz ve Elif’le bir araya gelmek nasıldı?
Naz’la, aynı takımda oynayamadık maalesef ama karşılıklı rakip olarak oynadık. Annesi Alev Abla, babamın Milli Takımlarda sporcusuydu. Naz benim en beğendiğim pasörlerden biri. Gençlik yıllarından itibaren çok iyi bir pasör olacağını ve yıllarca Milli Takımı sırtlayacağını biliyordum.
Elif Ankara’da benim kızım Duru’nun takım arkadaşıydı. O da genç yaşında Naz gibi gelip yükselmiş, fizikli ve ilerisi çok açık bir pasör. İkisinin de yolları açık olsun. İkisine de bol şans diliyorum. Dünya Şampiyonu oldukları akşamda gidip takımın yanında olmaya çalıştım. Olabildiğince her zaman kızların yanlarında olmak isterim.
Son olarak kızınızda sizin gibi bir voleybolcu. Eski voleybolcu bir anne olarak onu nasıl destekliyorsunuz? Sizin gibi kız çocukları voleybolcu olmak isteyen annelere ne tavsiye verirsiniz?
Duru da aynı benim gibi voleybol salonlarında büyüdü. 3 yaşındayken benimle antrenmanlara gelmeye başladı. Duru, sporun içinde büyüdü ve tamamen kendi seçimiyle voleybola başladı. Dedesinden ve benden feyz alarak voleybol yaşantısına devam ediyor. Onun adına çok mutlu ve gururluyum. Sultanlar Ligi’ne kadar yükseldi ve umarım bundan sonra da başarılı bir şekilde devam edecek
Eczacıbaşı gibi kulüpler, büyük şehirlerin dışındaki ailelere ulaşıp, kız çocuklarına lojman, okul bursu, beslenme, ulaşım, maddi destek gibi büyük imkanlar sağlıyor ve güven ortamı oluşturuyor. Ailelerin bu noktada çocuklarını sonuna kadar destekleyip hayallerinin peşinden gitmelerine izin vermesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle annelerin verdiği desteklerin yanında babaların da kızlarını spora teşvik etmesi oldukça önemli.