Spor mu Şov mu?
Bilgisayarımda Voleybol Aktüel için kenara köşeye aldığım notları karıştırırken Milli Takımlar sezonu esnasında aldığım bazı notlara rastladım. Hem biraz yaz aylarını hatırlayalım hem de yazıda dile getirilmiş hususlar üzerinde hep birlikte düşünelim diye sizlerle paylaşmaya karar verdim. Dikkatlerinize sunuyorum.
***
Takımlarımızın karşılaşmaları öncesinde yapılan haberlerde sık sık kullanılan bir tabir var: Sahne almak. “Milli takımımız önümüzdeki hafta Sırbistan karşısında sahne alacak”, “Filenin Sultanları VNL’de sahne alacak”, “Avrupa Şampiyonası’nda sahne alacak” vb. deniliyor. Bu tabir, mecazen kullanılıyor gibi. Zira sporcularımızın çıktığı saha, sahne değil. Sahne almak tabiri ile başka bir alanın sınırlarından içeri girmiş oluyoruz. O da müzik, dans ve performans sanatları dediğimiz alan. Malumdur ki, sahne oralara lazım.
Sahne almak tabiri, voleybolu “şov” mantığı içinde ele alır gibi olduğu için de beni düşündürüyor. Öte yandan bu “şov” mantığını, sporda bir realite olarak da gittikçe daha fazla görüyoruz. Bunun da üzerinde ayrıca durmak lazım. Bu zihniyeti gösteren birkaç örneği burada ele almak istiyorum. Özellikle CEV Avrupa Şampiyonası yayınlarında ifrat derecesine varan bir kamera çekim açısı ve yayıncılık mantığı vardı. Belki sizlerin de dikkatinizi çekmiştir. Voleybol izleyicisinin sahayı yandan ve hafif üstten görecek bir şekilde maçı izlemesi ve topu takip edebilmesi lazım ki, oyunu anlayabilsin. Bahsettiğim çekimlerde sayı devam ederken helezonik bir şekilde yukarı kalkan ve ileri geri giden kameranın açısı, seyircinin ralliyi izlemesini ve anlamasını olağanüstü güçleştirdi. Aynı mantığın, şu anda Tokyo’da oynanan Olimpiyat Elemeleri maçları için de geçerli olduğunu söylemeliyim (diğer ülkelerdeki eleme maçlarını şu ana kadar izlemiş değilim, aynı şeyin oralarda da yapılıp yapılmadığını bilemiyorum). Gösterilen şey, bir dans performansı ya da bir konser olsa belki de bu çekimleri beğenecek ve bunların artistik katkısını takdir edecektik. Oysa söz konusu olan, bir spor karşılaşması. Çekimlerin ve yayının bunu dikkate alarak yapılması ne kadar gerekli.
Yine Avrupa Şampiyonası’nda dikkat çeken bir şey de molalarda salonun ışıklarının asgari seviyeye indirilmesi. Evet, böyle olunca salon içinde ışık gösterileri ve bazı anonslar daha etkili yapılabiliyor ve atmosfer çok daha albenili hale geliyor. Fakat bu şekilde olunca, teknik olarak molanın anlamını oluşturan koçların oyuncularına taktik vermesi ve bunun iletişimi nasıl olacak? Üstelik mola süresi son derece kısayken… İletişim ortamının fiziki şartlar açısından minimum konforu taşıması gerekmez mi?
Şov zihniyetinin izlerini gördüğümüz iki spor olayı da CEV Avrupa Şampiyonası’nın açılış maçı olan İtalya-Romanya müsabakasının Verona’da açık havada oynanması ile Nebraska’da tarihin en fazla seyircinin takip ettiği kadın spor müsabakası olması iddiasıyla organize edilen voleybol maçı oldu. Her iki karşılaşma için de seyircilerin ne düşündüklerini merak ediyorum: Maçı izleyebildiler mi, sayıları takip edebildiler mi? Sahayı gösteren dev ekranlara devamlı bakmak nasıl bir şeydi? (Zira o kadar uzaklıktan topu görebildiklerini düşünemiyorum). Bu iki spor olayının anlamını ve yarattığı coşkuyu anlayabiliyorum, ancak bunun şov yanının mı spor yanının mı ön planda olduğunu kestiremiyorum.
Spor karşılaşlamaları ile ilgili olarak seyircinin beklentisinin eğlenceyi de içerebileceğini, bu bakımdan küçük “şov” tasarımlarının “mübah”, hatta sporun cazibesini artırması bakımından gerekli olduğunu kabul ediyorum. Ancak, maksadı spordan şova doğru kaydıracak salon içi uygulamalarının ve yayın anlayışlarının gözden geçirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Aksi takdirde bazı sportif kararları şovlar uğruna verebilir ve farkında olmadan amaçtan kopabiliriz.